19 Mayıs 2024 - Pazar

Şu anda buradasınız: / İSLAMİ UYANIŞIN VAHDET SERENCAMI
İSLAMİ UYANIŞIN VAHDET SERENCAMI

İSLAMİ UYANIŞIN VAHDET SERENCAMI Fırat TOPRAK

İslam düşüncesi evvela inanç boyutuyla Allah Teala’yı birlemek ve kulluğu O’na tahsis etmek anlamında Tevhid esasına istinad etmektedir. Tevhidi dünya görüşü muvahhid bireyi, bu bireylerden müteşekkil bir öncü cemaati ve nihayetinde evrensel ailemiz olan ümmeti inşa etmeyi zorunlu kılmaktadır. Bir diğer deyişle itikattaki Tevhidin toplumsal karşılığı Vahdet/ittihaddır.

“Müminler ancak kardeştirler” ayeti konumuzun ilkesel zeminini ifade etmektedir. Yine “Gerçekten bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Bende sizin Rabbinizim” ayeti düstur olarak ilkin akla gelen ayetlerdendir.  Yine “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Bölünüp parçalanmayın” ayeti müminler için mühim bir uyarıyı ihtiva etmektedir. Bir diğer mühim ikaz ise şöyledir: “Allah'a ve Peygamber'ine itaat edin ve çekişmeye girmeyin. Yoksa gücünüz, devletiniz gider. Sabredin Allah sabredenlerle beraberdir.” Yine “Dinlerini parça parça edenlerden olma. Her grup kendi yanında olanla övünür” ayetinin uyarısı önem taşımaktadır. Kerim Kitabımızın benzer birçok ayeti müminlerin vahdetini, birliğini, dayanışmasını ısrarla emretmekte ve ayrılığı, parçalanmayı, çekişmeyi de ısrarla nehyetmektedir. Akaid metinlerimizin mühim başlıklarından olan vela/müminleri dost edinmek ile bera/kâfirlerden teberri mevzusu konumuzun tedai ettirdiklerindendir.

Hadis ve Siyer müktesebatı incelendiğinde ise Hz. Peygamberin (a.s) tüm sözünün ve pratiğinin direkt veya dolaylı olarak Tevhid-Vahdet bağlamına karşılık geldiği görülecektir. Oluşturulan İslami bünyenin ve müminlerin kendi aralarındaki ilişkinin, dayanışmanın sağlamlığının tesisine yönelik bitimsiz çaba aşikârdır. Hususen Medine döneminde İslam toplumunu parçalamaya yönelik münafıkların faaliyetlerine karşı ortaya konulan uygulamalar calib-i dikkattir. Milletlerin sofraya saldırdığı gibi üzerimize saldıracağı günlerin ikazını yapan Efendimiz vehn teşhisini koyarak tedaviyi de bildirmiştir.

Hulefa-i Raşidin döneminde de oluşturulan Vahdetin muhafazası için olağanüstü bir çaba gösterilmiştir. Bununla beraber Ümmetin tefrikasının önüne geçilememiştir. Sahabe dönemi siyasi hadiselerinin bugüne bakan yönleriyle de dersler ve ibretler ihtiva ettiğini hatırlanması ve ümmetin maslahatını her şeye önceleyen mutedil Sünni perspektif ile tahlil edilmesi zarureti ortadadır. 

İslam tarihi boyunca görülmüştür ki vahdet üzere mücadele verilen dönemlerde ne kadar güçlü olsalar da düşmanlara galebe çalınmıştır. Tefrika vakitlerinde ise hiçbir varlık gösterilememiş, bugün gibi zillet ahvali yaşanmıştır. Ümitbahş bir örnek olarak Selahattin’in Haçlılara karşı mücadelesinde önce Fatımi tehlikesini bertaraf edip sonra dağınık Sünni dünyada safları tanzim etmesi nihayetinde Hıttin Zaferi’ni getirmiştir. Tarihin tekerrür ettiği gerçeği tarihten ibret nazarıyla çıkarımlar yapmayı salık vermektedir ehli hikmete. Yazı başlığında belirtilen “İslami Uyanışın Vahdet Serencamı”da ancak bu tarihsel zemin üzerinde anlaşılabilecektir. Malesef insan ve Müslüman kalitesinin dünden daha iyi olduğu şeklinde bir iyimserliğe sahip olamamaktayız. Yine maalesef düşmanlarımızın daha çetin, zorlu ve teknik, psikolojik üstünlüğe sahip olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Bu da vakıanın daha zorlu, mücadelenin daha çetin, gösterilmesi gereken çabanın daha yoğun ve sürekli olmasını icbar etmektedir.

Kısaca önemine değinilen İslami Vahdet/İttihadı İslam olgusunun itikadi, siyasi ve sosyal bir zaruret, bir vecibe olduğu izahtan varestedir. Vahdetin İzzet kavramıyla doğrudan ilgisinin altı bir kez daha çizilmelidir. İslami uyanışın temel hedeflerinden biri olan Müslümanları zilletten izzete çıkarma, Şer-i şerifin bayrağı altında serinleme hedefi ancak İslami vahdet ile mümkün olabilecektir kuşkusuz. Şöyle de ifade edilebilir: Vacibin kendisiyle tamamlandığı şey de vacibdir. Allah’ın kelimesinin yüce olmasını, Mustazaf/mazlumların yeryüzünün varisleri olmasını sağlayacak olan vahdet olgusu da bu kaide doğrultusunda vacib hükmündedir. Yeni başlayanlar için daha açık söylemek gerekirse Vahdet inancı ve çabası namaz gibi, zekât gibi her birimiz üzerinde farzı ayndır. Hatta kimi âlimlerce cihad için kullanılan faridatu’l-gaibe/kayıp farz kavramını vahdet için kullanmak hiç de yanlış olmayacaktır. Benzer bir ifadeyle Vahdet için İslam’ın altıncı şartı denilmesi abartı olmayacaktır.

Tarihsel arka planı göz önünde tutarak coğrafyamızdaki İslami Uyanışın- ki İslami Hareket ile müteradif veya merhale planında ilk ve sonrası anlamında kullanılabilir- bugününe gelip temel soruları soralım: “Vahdet kavramından ne anlıyoruz ve ne anlamalıyız? Bu kadar hayati bir mesele olan Vahdet hususundaki teorik ve pratik sadra şifa mıdır? Değilse neden? Bireysel ve grupsal hedeflerimizin ötesinde bir evrensel ümmet ufkuna sahip miyiz? Kendi lokalizasyonumuzun dışındaki kaynaklarımızdan ne kadar beslenebildik? Bugüne kadar Ümmet havuzuna ne katkılar sunabildik? Mevzu önceliklerimiz arasında mıdır? Vahdete zemin oluşturacak mütemadiyen bir araya gelme ve birlikte iş yapma düzeyimiz hangi aşamadadır? İslam kardeşliğinin ahlaki vasatına ne ölçüde sahibiz? Vahdetin önündeki sorun ve sıkıntıların çözümüne dair ne yapmalı?” İş bu sorular cesurca ama yapıcı bir niyet ve üslup ile muhasebeyi, özeleştiriyi gerektirmektedir. 

Vahdete dair geçmişte yapılmış her girişim ve yaşanmış her bir çaba anın vacibini ifa etmek bağlamında anlamlı ve değerlidir elbette. Tabi ki konuşması gerekenler bu çabaların emektarlarıdır ve tanıklıkları, müspet eleştirileri bugünü anlamaya ve yarını şekillendirmeye ışık tutacaktır. Bununla beraber geçmişin olumsuzluklarına görevlerimizi, heyecanımızı feda etmemekte lazımdır. Mevcut durumun iç açıcı olmamasından sebep yaşanmışlıkların tecrübeleriyle yeniden başlamak elzemdir. Hayat ve imtihan devam etmektedir. Söyleyecek sözümüzün ve yapacaklarımızın hep var olageldiği akıldan çıkarılmamalıdır. Muhtemel, mümkün birlikteliklerin doğuracağı sinerjiyi hesaba katarak son nefese değin bir çabadan diğerine, bir imtihandan diğerine koşmaktır mümine yakışan.

Denebilir ki Müslümanların cumhuru pratikte olmasa da teorik olarak vahdetin zarureti konusunda ittifak etmişlerdir. Müslümanların içerisinde bulunduğu ahvalin yürek paralayıcı olduğunu hepimiz görmekte hatta yaşamaktayız. Hepimiz müminlerin tarihteki ihtişamlı günlerinin özlemini çekmekteyiz. Beklenen kurtarıcı inancımız yapabileceklerimizi ertelememelidir. Gücümüzün yettiğinden sorumlu olma ilkesi gereği illa ki bir şeylerin yapılabileceği unutulmamalıdır. Vaktin çocuğu olan mümin her daim söylemeli ve eylemelidir. Kim bilir Rabbimiz hangi mütevazı çabamızı bereketlendirecektir, hangi önem atfetmediğimiz amelimizi felahımızın vesilesi kılacaktır.

Özlemi çekilen günlere ulaşmanın önünde dâhili ve harici mâniaların varlığı açıktır. Küresel ve yerel İslam düşmanlarının entrikaları, fitne-fesat çabaları, havuç-sopa stratejileri, BOP/ılımlı İslam projeleri gibi harici mânialar farkındalık ve teyakkuz halinde olunması gereken ama anlaşılabilir faktörlerdir. Hep söyleneni tekraren onlar görevini yapıyor da ya bizler? Düşmanlarımızın gücü bizim dağınıklığımızdandır önermesi bile vahdete dair bir motivasyon kaynağı olmalı değil mi?

Asıl üzerinde kafa yorulması gereken konu İslami vahdetin önündeki dâhili engellerdir. Şairin dediği gibi toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez ama neden yürekler toplu vuramamaktadır ya da vuruyormuş gibi yapmaktadır. Gerçekten de içsel sorunların zararları, yıpratıcılığı, hayal kırıklıkları diğer faktörlerle mukayese edilemeyecek kadar şiddetlidir. Rabbimizin müminleri cihad ederken “Kaynatılmış kurşunlar gibi saf bağlayarak” şeklinde tanımlamasının hikmeti bu olsa gerektir. Safları sık tutmak Allah’ın rahmetini celbedecektir lakin rahatımızdan vazgeçemediğimizden sebep saflarımızın arasındaki dolduramadığımız boşluklar şeytanların yurdu olmaktadır.

Vahdet ilkesinin temellendirilmesinde üzerinde durulması gereken en önemli meselelerden biri vahdetten ne anladığımız ve ne anlamamız gerektiğidir. Mefhumu muhalifinden hareketle önce ne olmaması gerektiğine dair söz söylersek: kimi çevreler slogan düzeyinde sıklıkla ifade etmesine rağmen vahdetten herkesin kendi çatısı altında toplanılmasını, liderine biat edilmesini anladığını görmekteyiz. Burnundan kıl aldırmayan tavırlar bugüne kadar iyi niyetli çabaların katili olmuştur. Tam da burada bir hizbe mensubiyet ile hizipçiliğin arasını ayırabilmenin gereğini ifade edelim. Hizbi projelerin ümmet projesini gölgelemesine fırsat verilmemelidir. Hiç kimse İslami Hareketin tamamını temsil etmediği gibi kimsenin kendini/grubunu/liderini merkeze oturtmaya hakkı yoktur. Herhangi bir mevcuda tabi olmak uygulanabilir bir seçenek değildir; bir birlikte inşa sürecini konuşmak vakıaya daha uygun, daha aklıselim bir yöntemdir. 

Yine kimi Şii çevrelerin vahdet/darut takrib/mezhepleri yakınlaştırma sloganlarını mezhepçiliklerine kılıf yaptıklarını görmekteyiz. Hali hazır maskeleri alaşağı ettiği gibi takiyye konusu iş bu çevreleri için aşılması zor bir güven sorununa işaret etmektedir. Dolayısıyla Vahdet girişimlerinin İslam düşüncesinin bidat fırkalarının dışlanarak ana akımı ile çerçevelenmesi zarureti bulunmaktadır. Yani usuli ve ilkesel meselelerde örtüşemeyen çevrelerin çabaları ölü doğmaya mahkûmdur. İş bu düşünsel zemine fıtri bir kavramı eklemek icap ederse oda ülfet kavramı olmalıdır. Gerçekten de ülfet etmeyen ve edilemeyen Müslümanda hayır yoktur.

Kişi ve grup merkezli vakıadan kopuk hamasi söylem, davranış ve beklentilerin halen camiamızda önemli oranda mevcut olduğu kabul edilmelidir. Bu mevcut dağınıklığımızın doğru teşhisi için yüzleşmek zorunda olduğumuz başat bir durumdur. İslami gruplarımızda teorik olarak kabul edilmese de pratikte “Küçük olsun benim olsun” yaklaşımı görülmektedir. Lider merkezli topluluklarda abartılı bir “Âlim/Hoca” olgusu ve etrafında hikmetinden sual edilemeyen ağabeyler hiyerarşisi ile gassalin elindeki meyyitler tebaasının oluştuğu tespiti yapılmalıdır. Kimi zaman ise merkeze yaklaştıkça ve kısmi sorgulama gerçekleştiğinde oluşmuş kutsallık halesi dağılabilmekte ve yaşanılan muhtemel teşkilat sorunlarında derin hayal kırıklıkları yaşanabilmektedir. 

Oluşturulan derebeyliklerde kısmi hükümranlık üzere mutlu mesut devam etme, risk alamama, mevcudu koruma, diğer çalışmaları küçümseme, cümlenin kendine tabi olmasını bekleme tavrı niyet okuma değil de bir zannı galip olarak söylenebilir. Geçmişte teşebbüs edilen girişimlerin olumsuz sonuçları veya sürdürülebilir kılınamaması da bu tavrı besleyen bir etkendir. Yapılması gerekenler listesinin başına yitirilen umudu inşayı ve karamsarlığın izalesini koymak icap etmektedir. Bu konuda durduğumuz yeri ve baktığımız açıyı değiştirmekle işe başlamalıyız yani. Hayalperest olmayan bir iyimserlik ile vakıayı gözeten bir idealizm azığımız olmalıdır. Geniş yürekli, kesin inançlı, kararlı, umutlu ve yapıcı olunmalıdır. Ve süreç alabildiğine şeffaf ve katılımcı bir anlayışla yürütülmelidir. Evet, bu imkânsız değil ama zor bir mümkündür. Çünkü çaba bizden tevfik mümkünata kadir olan Allah’tandır.

Uzun süreli beraberliklerde Müslümanların birbirlerine karşı tahammül eşiğinin düşmesi de altı çizilmesi gereken bir diğer husustur. Kimi zaman incir çekirdeğini doldurmaz meseleler krize dönüşe bilmekte, kimi zaman da nefsanileşen meseleler itikadi mesele olarak arzı endam edebilmektedir. Karar alma sürecinin sağlıklı işletilememesi güven sorunlarına neden olmaktadır. Güven tüm toplumsal ilişkilerin temeli olarak tesisi zaman isteyen, yara alması kolay ama sağaltımı hayli zor ve nekaheti çetrefillidir. Gizli ajanda sahibi olunmadığına inanma, hesapsız ve hasbi olmak ya da hep birlikte bir hesabı yürütme teşkilatçılığın olmazsa olmazlarındandır. Tevhidi camiada bireylere sorgulama bilinci kadar itaat bilinci de işlenmelidir. Birbirini cennete taşıma şuurundan uzaklaşıldıkça birbirine yük olma durumu ortaya çıkmaktadır. İstişari süreçlere ve birlikte iş yapmaya dair yeni ve güncel bir fıkhın geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Bu fıkıh kitabi bir karakterde değil hayatın içerisinde şekillenecektir ki fıkhın anlamı tam da budur. Yani pedagojik ifadeyle yaparak-yaşayarak öğrenip, şekillendireceğiz.

Vahdete dair tartışılması gereken bir diğer önemli mesele tabanda-tavanda vahdet bağlamıdır. Tavanda vahdet tabi ki sorun/sıkıntılarına rağmen daha sonuç alıcı görünmektedir. Bu bağlamda mahallemizin Âlim/Hoca/Ağabey/Kanaat önderi vasfına haiz öncülerine üzerlerindeki hak ve sorumlulukları hatırlatmak gerekir. Bu hassas hatırlatma her bir bireyin sorumluluğunu ihmal ettirmez. Unutulmamalıdır ki tabanın tavanı zorlayıcı etkisi süreci kolaylaştıracaktır. Hatta yukarıdaki aşılmaz sanılan duvarların kitlesel ısrar ile aşındırılması mümkün ve gereklidir. Elbette ki durum insani/toplumsal bir durumdur. Ve öncü de olsa insan çevresel faktörlerden etkilenen bir yapıya sahiptir. Kişilik analizi olarak baskın karakterde olan öncülere çevresel/istişari etki ile bir sınır getirilmelidir. Böylece “Hayırda motor şerde fren” sloganının içeriklendirilmesi mümkün olacaktır.

Vahdet olgusu ilkin öncülerce uğrunda emek verilmesi gereken en temel meselelerden kabul edilmeli, “Ruhamau beynehüm/kendi aralarında merhametli olma” Kur’anî düsturu gereği taviz –ki kelime iticiliğine rağmen bilinçle tercih edilmiştir- verilebilecek bir alan olarak görülmelidir. Tabi ki ilkesel alan/kırmızı çizgiler taviz verme hükmünün istisnasıdır lakin tali konuların ilkesel zemine çıkarılarak hayr-ı kesir/vahdetin önüne barikat yapılması kabul edilemez. Öncelikler skalasını ihsas ettiren yangını söndürmeye giderken ayağın taşa takılmasının önemsenmemesi darbı meseli hatırda tutulmalıdır. Burada sabite ve değişkenler alanlarının yine ortak akılla ve net bir çerçevede belirlenmesi gereği vardır. 

İddialı olsa da ehli hal vel akd mahiyetinde bir istişari zeminin teşekkülü ve kurumsallaştırılması için cehd etmek anın cihadıdır. Kollektif liderlik, kısmi yetki paylaşımı, yerele muhtariyet tanıma gibi çeşitli modeller üzerinde tartışma yürütülmelidir. Yine efdal/daha ehilin varlığına rağmen mefdul/daha az ehilin imametini caiz gören vasat Sünni düstur iş bu süreçlerde işletilmelidir ki efdal ve mefdulün tesbitinin izafiyeti sorun alanı olmaktan çıkarılabilsin veya bu aşamadaki sorunlar yönetilebilsin. Realiteden kopmamak sorunsuzluğu değil de sorunların yönetilebilmesi farkındalığını ve olgunluğunu gerektirmektedir. Yürütülmesi icab eden süreçte merhaleciliğe riayet edilmelidir. Acelecilik ve geç kalmak şeytani bir iğva anlamında ifrat ve tefriti ifade etmektedir. Usulsuzlük vusulsüzlüğü getirmekte tamam da olgunlaşması beklenen şartlar ise bir türlü olgunlaşamamaktadır. Şartların olgunlaşmasını usulünce icbar edecek bir yol olmalı değil mi? 

Birçok cephede savaşım vermek anlamına gelen vahdet yolunda mücadele ederken birbirini yıpratmak, yorulmak, ertelemek, vaz geçmek ve tahammülsüzlük gibi sözcüklerin lügatlerden çıkarılması gerekir. Açık yüreklilik, kuşatıcılık, ümitvar olmak, ödün verebilmek, kardeşini kendine tercih etmek/isar gibi ahlaki faziletlerin en çok görülmesi gereken zaman ve zemine işaret edilmelidir. 

Bir diğer bağlam ise tabanda vahdet olgusunun güçlendirilmesidir. Ziyaret, eylem ve etkinliklerle toplumsal zeminin kaynaştırılması, duygu-düşünce planında yakınlaştırılması, hizipçi aşırılıkların törpülenmesini, fiili durumun inşa edilmesini getirecektir. İslami camianın topyekün aynı mecraya akmasını sağlayacak ortak tepkiler, ortak faaliyetler küçümsenmeyecek faydalar sağlamaktadır/sağlayacaktır. Esnek bir birlikte iş yapma modeli olarak Platform tarzı üst çatıların oldukça işlevsel olduğu, ciddi başarılar kazandırdığı ve merhale fıkhı anlamında bir aşamaya tekabül ettiği yaşayarak öğrenilmiştir. Üst çatıların sürdürülebilir kılınması bile başlı başına bir kazanımdır. Tabanda vahdetin aşaması olarak vahdet olgusunu hep gündemde tutma, ümmet ufkunun inşası, kendi lokalizasyonun dışındaki hoca ve kaynaklardan beslenmenin sağlanması için adımların atılması elzemdir. Gıybet, tecessüs, su-i zan gibi ahlakı seyyieyi küçük görmemek; kardeşini gıyabında savunup dua etmek gibi İslam kardeşliğinin gerektirdiği ahlaki olgunluğu gösterebilmenin altı da çizilmelidir. Kanaatim odur ki bizlerin felahını sağlayacak, Yüce Allah’a sunabileceğimiz en önemli Salih amelimiz -mağaraya sıkışmış üç gencin salih amellerini vesile kılarak kurtuluşa erdikleri örneğini hatırlatarak- Müslümanların zilletini/tefrikasını izale edecek olan vahdet yolundaki yürüyüşümüz olacaktır. 

Elbette ki Müslüman da olsa insan realitesine istinat eden vahdet olgusunun kolay, sorunsuz ve çarçabuk gerçekleşeceği öngörülemez. Bununla beraber sünnetullaha riayetle yola çıkmanın ve başarı için içten duaların Rabbin rahmetine vesile olacağı inancı da esastır. Emeksiz ve sorunsuz vahdet gibi bir büyük kazanımın olmayacağından hareketle bahanelere, yorgunluklara, kırgınlıklara, karamsarlıklara inat yeni başlangıçlara yürüme çağrısı ve bu yürüyüşün mecburiyeti hasılı kelamımız olsun. Her şeye rağmen yürüyenlere, taş üstüne taş koyanlara selam olsun.

 

SPOT İÇİN

1 Kısaca önemine değinilen İslami Vahdet/İttihadı İslam olgusunun itikadi, siyasi ve sosyal bir zaruret, bir vecibe olduğu izahtan varestedir. Vahdetin İzzet kavramıyla doğrudan ilgisinin altı bir kez daha çizilmelidir. İslami uyanışın temel hedeflerinden biri olan Müslümanları zilletten izzete çıkarma, Şeri şerifin bayrağı altında serinleme hedefi ancak İslami vahdet ile mümkün olabilecektir kuşkusuz.

2 Vahdet inancı ve çabası namaz gibi, zekât gibi her birimiz üzerinde farzı ayndır. Hatta kimi âlimlerce cihad için kullanılan faridatu’l-gaibe/kayıp farz kavramını vahdet için kullanmak hiç de yanlış olmayacaktır. Benzer bir ifadeyle Vahdet için İslam’ın altıncı şartı denilmesi abartı olmayacaktır.

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul